28 Nisan 2023 Cuma

Bir Köpek Sahibi ve Bir de Köpek.

    


Artık bakamıyordu o köpeğe. Onu her gün dışarıda gezdirmek, bakmak, sevgi göstermek... Ona çok zor geliyordu. Yapabileceği tek bir şey vardı. Köpeğini sokağa bırakacaktı. Başka ne yapabilirdi ki? Artık bakamıyordu bu güzel köpeğe, sokakta köpeği, insanların besleyeceğini düşünüyordu.


    Köpeğini arabaya bindirdi ve sokağın bir köşesinde indirdi. Köpek, sahibinin de inmesini, dili dışarıda ve kuyruğunu sallayarak beklerken, sahibinin arabası uzaklaşıverdi. Köpek neler olduğunu anlayacak kadar zeki değildi. Sahibinin geri geleceğini zannediyordu bu yüzden sokakta bulunduğu yere sindi.


    Karnı acıkmaya başlamıştı. Karşı dükkanı hatırlıyordu, bu sahibiyle beraber hep et aldıkları kasaptı. Oraya doğru koştu. Kasabın sahibi, köpeği tanımıştı ve köpeğe ne olduğunu anlaması da pek uzun sürmedi. Köpeğe birkaç parça et ve kemik verdi, köpek karnını doyurmuştu.


    Köpek, sürekli bu kasaba geldikleri için, kasaptan eve nasıl gidebileceğini biliyordu. Akşama kadar sahibi gelmeyince, canı sıkıldı ve eve doğru yürümeye başladı. Bir saat içinde evin kapısının önündeydi ama kapı açılmıyordu.


    Çok yüksek bir ses ile havlamaya başladı, sahibi sonunda havlamaları duydu ve görmezden gelmeye başladı. Ancak köpek öyle bir havlıyordu ki, artık bu görmezden gelinemezdi. Sahibi, bu havlayan köpeğin, apartmanın kapısı açık kaldığında içeri giren rastgele bir sokak köpeği olduğunu sanmıştı. Kapıyı açtığında, onu gördü. Tüyleri sarı, gözleri siyah, dili dışarıda, kuyruğunu sallayarak ona bakan Cingo'yu. Cingo'nun ona ne kadar sadık olduğunu görünce, onu kucaklayıp eve geri getirdi ve hemen ona bir tabak mama koydu. Bir daha asla Cingo'yu sokağa bırakmaya kalkışmayacaktı. 

Nida'ya...

 Merhaba Nida,                                                   28.04.2023 Saat 21.17

Seninle anaokulunda tanıştık. Bir kavgada, haklı olduğun için seni savunmuştum. Ondan sonra, "seni sevmeye başladım galiba" demiştin. Ben de aynı şekilde karşılık vermiştim. Sonra bir Elifnaz vardı, sarı saçlı, gözleri baya açık bir kahverengiydi. Onla da iyi arkadaştım ama seninle olduğum kadar değil. Sonra, ilkokulun ilk gününde, en öne oturduğumda arkamdan bir ses duydum. "Duru!" diye. Arkamı döndüğümde, senin bana el salladığını gördüm ve o anki şaşkınlığım paha biçilemezdi. Ya o gün, kader bizi aynı sınıfa düşürmeseydi? Ya o gün ettiğimiz çocukça kavgadan hiç barışmasaydık?


O gün senle ilk ve son kavgamızı ettik. O da birbirimizin edindiği yeni arkadaşları kıskanmamızdı. Sonra tabii ki barıştık ve arkadaşlığımız 4 sene boyunca sürdü. Arkadaşlığımız o zaman 6 yıllıktı. Sen benim sahip olduğum en yakın arkadaşımdın. Kimseyle seninle anlaştığım kadar iyi anlaşmıyor, kimseye sana verdiğim kadar değer vermiyordum. Sırlarımı sana veriyordum, dertlerimi sana yanıyordum. Sen benim sırdaşımdın. Kimseye sana güvendiğim kadar güvenmemiştim.


Keşke 1. sınıfta, bana 4. sınıfta Almanya'ya taşınacağını söylediğinde inansaymışım. Çünkü haklıymışsın. Hâlâ neden Almanya'ya taşındığınızı sorgularım. Tüm hayatınız buradaydı. Arkadaşlarınız, eviniz, akrabalarınız, işiniz... Her şey buradaydı, her şey! Ama her şeyi arkada bırakıp öylece gittiniz. Sen gitmeden önce, 4. sınıfta, beden derslerinde hep basketbol oynardık. Sırayla potaya top atardık ve hep ben kazanırdım. Sen de sinirlenirdin ve birbirimizi döverdik. Sonra da gülüşüp Defne ile Zeynep'in ve birkaç tane kişinin daha oynadığı otelcilik oyununa katılırdık. Sen gittikten sonra, her o potaya top attığımda sanki sen de yanımdaymışsın gibi hissettim. Hep seni gördüm orada, hep topu birkaç santimetreyle potaya sokamıyor ve sonra sinirlenip topu öylece fırlatıyordun. Sonra gülüşüyorduk, orada olmasan da topu sana uzattığım zamanları hatırlıyorum. 


Sadece sen ve ben değil, beşli bir arkadaş grubuyduk biz. Sen, ben, Zeynep, Defne ve Beyza. Defne ve Beyza çok iyi anlaşırdı, Zeynep herkesle sıkı fıkıydı, ama birbirimize en çok değer veren ikili bizdik. Sen gittiğinde seni rüyalarımda ne kadar fazla gördüm, ne kadar çok gözyaşı döktüm... Her şey aklımda kalmış, silinmemişti, o kocaman 6 yıldaki hiçbir anı. Hâlâ da öyle. 


Sen, karneni tam 4 ay erken aldın. Sen gittikten sonra, okul benim için hiç eskisi gibi olmadı. Sen arkamda oturmuyorken, birbirimizle konuşamıyorken, benim dolabımın kenarında yani sınıfın köşesinde beş kişi dedikodu yapamıyorken, ne anlamı vardı okula gitmenin?


Şimdi, o tüm sınıfın "hiç ayrılmayacak" dediği arkadaş grubundan sadece ben kaldım, bir başıma. Zeynep, Defne ve Beyza şu anda aynı okulda, belki de aynı sınıftalar. Belki de her öğle teneffüsünde, aynı sırada beslenme yiyorlar. Sen Almanya'dasın, senle her mesajlaştığımda, 1 saat öncesiyle mesajlaştığımı bilmek acı veriyor. Ben ise bambaşka bir semtte, bambaşka bir okulda, bambaşka bir sınıftayım. Bazen canım buna çok sıkılıyor. Sen beni unutmadın, ama bazen, Defne, Zeynep veya Beyza'nın beni unutma ihtimali kafamı işgal edip kalbimi öylesine kırıyor ki... 


Evet, başka arkadaşlarım var. Evet, bambaşka insanlarla kaynaştım ve onlara da değer veriyorum. Ama hiçbiri benim en büyük sırlarımı bilmiyor. Hâlâ arkadaşız, hâlâ birbirimizi seviyoruz, hâlâ bir derdim olduğunda ilk anneme ve sonra da sana anlatırım. Tek fark, sen Almanya'dasın, ben Türkiye'de. Sen Frankfurt'dasın, ben Esenyurt'ta. Ama, tıpkı küçükken yazdığım o şarkı gibi, biz asla ayrılmayız. Çünkü biz arkadaşız. Çünkü, gerçek arkadaşlar, birbirlerine görünmez iplerle bağlıdır...


Duru Aloğlu

Kitap Önerileri (Ama Hikâye Olarak)

Cuma günü. Okul sona ermişti ancak hâlâ okulda olan 4 öğrenci vardı. Efe, Emir, Simge ve Toprak. Bu 4 öğrenci, her cuma yaptıkları gibi yine kütüphanede, öğretmenleri Eren Alkaç ile kitaplar hakkında tartışıyorlardı. Çünkü kitap projesindeydiler.


"Bugün, normalde yaptığımızdan daha farklı bir şey yapacağız çocuklar. Çünkü biliyorsunuz ki, projemizde okuyacağımız sekiz kitabın sekizini de bitirmiş bulunmaktayız. Hepiniz tüm kitapları okudunuz. Değil mi?"


"Evet hocam!" diye hep bir andan söylediler çocuklar.


"Çok güzel. Şimdi, bu okuduğunuz kitaplardan önerdiğiniz 2 tanesini seçip bize neden önerdiğinizi ve kitabın konusunu açıklayacaksınız. Şimdi size, kendi aranızda konuşmalarınızı planlamanız için gerekli zamanı tanıyorum."


5-10 dakika boyunca dörtlü, aralarında konuşarak kimin hangi kitabı tanıtacağını kararlaştırdılar. Sonunda tartışmaları bittiğinde, Efe hocaya hazır olduklarını söyledi.


"Başlayın bakalım."


İlk olarak, Toprak eline iki tane kitap aldı. "Hocam, ben bu iki kitabı size kesinlikle öneriyorum. Zülfü Livaneli'nin kitapları olan Son Adanın Çocukları ve Arkadaşıma Veda."


"Hocam, Son Adanın Çocukları'nın konusu şöyle. Son Ada, herkesin huzur içinde yaşadığı, gözlerden tam anlamıyla uzak, çok huzurlu bir ada imiş. Bir gün, Türkiye'nin eski başkanlarından biri olan bir diktatör gelip adayı yönetmeye başlamış. Ve kitapta, bu olaylardan sonra gerçekleşenlerden bahsediliyor. Ben bu kitabı, bir oturuşta bitirmiştim. Gerçekten öylesine beni etkileyen bir kitaptı ki, etkisinden 2 saat çıkamamıştım. Ve ayrıca, aşırı sürükleyici bir kitaptı. Zülfü Livaneli'nin anlatım dili de, laf edilemeyecek derecede güzeldi ve kitabı beğenmemde en önemli etkenlerdendi."


"Arkadaşıma Veda'da ise, Atatürk ve en yakın arkadaşı Salih Bozok'un
beraber geçirdikleri tüm hayatı anlaşılıyor. Ben kitabı bu kadar beğenmemin nedeni, Zülfü Livaneli'nin sanki kitap gerçekten Salih Bozok tarafından yazılmış gibi bir dil kullanmasıydı. Ayrıca kitaptaki resimlerin kalitesi, güzelliği ve estetikliği... Kitapta birkaç tane bile olsa kitaptaki çizgi roman havası bile benim kitabı önermeme bir sebep olabilir."



"Toprak, gerçekten kitabın konusunu ve kitabı niye önerdiğini çok güzel açıkladın. Kitapları okumamış olsaydım, ki okudum, ben o kitapları almak isterdim. Şimdi sıra sende Simge."


"Hocam ben Dedemin Bakkalı'nı öneriyorum. Kitapta, bir kız çocuk yazın para kazanmak için dedesinin bakkalında çırak olarak çalışmaya başlıyor. Ve kitapta bu kızın maceraları anlatılıyor. Ben kitaba gerçekten bayıldım, çoğu çocuk kitapta kendisini görecek. Ben de kendimi gördüm. Ve kitapta mükemmel bir söz vardı, 'Çocuk kalbi affeder ama asla unutmaz!' diye."



"Ayrıca hocam ben Robin Hood'u da öneriyorum. Ancak Robin Hood diğerlerine kıyasla daha yüksek yaşlara hitap eden bir kitap. Gerek macerası, gerek hikâyesi, gerek betimlemeleriyle, hiç sıkılmadan okuduğum tek klasikti. Resmen kitabı bitirdiğimde 'Bu kadar hızlı mı bitti?' diye düşünceler beynimi sarmıştı, çünkü kitap 400 sayfa mı neydi. Kitapta, kralın ceylanlarından birini öldürmesinden dolayı bir kanun kaçağına dönüşen Robin Hood'un maceralarından bahsediliyor. Ben gerçekten kitabı çok beğendim ve tüm okurlara tavsiye ederim."


"Kitapları anlatım şeklin çok güzeldi Simge. Şimdi sıra sende Emirciğim."


"Hocam ben Beyaz Gemi'yi öneriyorum. Karakterlerle bir bağ kurduğum tek romanlardandı bu roman. Her sayfasını ayrı bir ilgiyle, ayrı bir heyecanla okudum. Teoriler ürettim, sinirlendim, sevindim, hayran oldum, tebrik ettim, bazen de sövdüm. Gerçekten hayatımda okuduğum ve beni en iyi etkileyen kitaplardandı. Bu kitabı herkes farklı yorumlayabilir, ancak çoğunlukla yorumlayan herkesin bu kitabı beğeneceğini düşünüyorum. Önemli olan önyargıyla okumamak."


"Ve ben, Samed Behrengi Tüm Öyküleri kitabını da öneriyorum hocam. Sanıyorum İranlı bir yazar olan Samed Behrengi'nin tüm kısa öykülerinin bir araya getirildiği mükemmel bir kitap. Bazı hikâyeler öyle etkileyiciydi ki. Benim aralarından en beğendiğim hikâye, sanıyorum Yıldız ve Kargalar'dı. Hikâyelerin isimlerini pek hatırlayamadığımdan tam olarak emin değilim. Ancak kitabı aldığıma pek pişman olmadım, ve kitap 300 sayfalık olmasına rağmen 1 ayda tüm kısa öyküleri yalayıp yuttum."


"Konuşmanda kullandığın betimlemeler ve diksiyonun çok güzeldi Emir. Ve son olarak Efe, geriye kalan 2 kitabı tanıtacak. İki Yıl Okul Tatili ve Oh Ne Alâ Memleket."


"Hocam ben ilk olarak İki Yıl Okul Tatili ile başlayacağım. Gerek ana fikri, gerek hikâyesiyle mükemmel bir klasikti. Ben bu kitabı bir sınav için okumuştum ancak gene de, mükemmel bir kitaptı ve onda on verdiğim nadir kitaplardandı. Azmin gerekliliğini, takım çalışmasının işleri nasıl kolaylaştıracağını bu kadar iyi anlatan bir kitap daha görmedim ben hayatımda. Mükemmel bir kitap."





"Ve Oh Ne Alâ Memleket'te, okulun önemini kavrıyor ve fazlasıyla gülüyoruz. Okulun neden olduğu gibi kalması gerektiğini kavrıyoruz hem de örneklerle. Gerek komikliği, insanı güldürmesi, verdiği ders ile mükemmel bir çocuk kitabı. Boş zamanlarda okunabilir."







27 Nisan 2023 Perşembe

Beyaz Gemi | Kitap Eleştirisi

    
Hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan biriydi. Gerçek hayatla tamamen bütünleştirilebilen, gerçek hayattan örnekler içeren mükemmel bir hikâye. Başka hangi kitabı okurken karakterlerle kavga etmiştim? Başka hangi kitabı okurken hikâyenin içine adeta yaşıyormuşçasına bu kadar çekilmiştim? Hatırlayamıyorum. 


    Kitabın yazarı Cengiz Aytmatov, Kırgız. Buna rağmen, kitapta tüm dünyada görülen gerçek hayatta maalesef var olan bazı olaylar mükemmel bir şekilde işlenmiş. Kadınların ses çıkartamaması, eve para getiren kişi ne derse yapılması, ailelerin çocuklarına bakamadıkları için çocuklarını terk etmeleri... Daha başka bir sürü, dramatik olay. Mükemmel bir şekilde işlenmiş.


    Bana kitabı 5 günde bitirten şeylerden biri de karakterlerdi. Karakterler gerçekten gerçek hayatta, karşımdalarmış gibiydi. Onlara sinirleniyor, bazen onlara sövüyor, bazen onlar hakkında tahminlerde bulunuyor, bazen onları tebrik ediyor, bazen de onlara hayran oluyordum. Gerçekten içine çekilmeye çok açık bir hikâyeydi. Keşke senaryoyu aklımdan tamamen silip, romanı tekrardan okuyabilsem. Ancak bazı romanlar, kitaplar, masallar, hikâyeler; tekrar okunamayacak kadar özeldir.


    Yazarın dili benim için gerçekten çok özeldi. Kitaptaki olaylar, okura hissettirilecek şekilde betimlenmiş ve anlatılmıştı. Anlatım şeklinde, benim için tek bir pürüz, tek bir kusur bile bulunmuyordu. 


    Kitap, yorumlamaya öylesine açık bir kitap ki... Kitabı okuduktan sonra, eğer yorumlama becerilerinizi geliştirme ihtiyacınız varsa, kitabı yorumlamaya veya bir eleştiri yazmaya çalışabilirsiniz. Gerçekten kitapta karakterler hakkında, hikâye hakkında, anlatım dili hakkında, hatta yazar hakkında bile yorumlanacak, hakkında konuşulacak çok şey var. 


    Kitabı okumanızı sonuna kadar tavsiye ederim. Eminim ki, siz de benim gibi kitabın büyüsüne kapılıp kitabı hızlıca birkaç gün içerisinde bitireceksiniz. Bir sonraki yayınlarda görüşmek üzere...

İstanbul

 


İstanbul... Adım attığınız her yerde farklı bir güzellikle karşılaştığınız harika bir şehirdir. Doğal güzellikler açısından pek zengin değildir ama tarihi eserlerimiz açısından en zengin şehir bile denebilir İstanbul’a. Ayrıca tüm bu güzellikleri bir kenara bırakırsak; İstanbul, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir köprüdür.

 

Bu tarihi eserlere Galata Kulesi’ni örnek verebiliriz. Üsküdar’ın Galatasaray semtinde bulunmaktadır. İlk olarak Cenevizliler tarafından 1267’de kurulmuştur yani tam 755 yıllık bir kuledir. Bu kuleyle ilgili Hezarfen Ahmet Çelebi gibi efsaneler vardır. Ayrıca, bu kuleden Kız Kulesi gibi önemli başka eserler de görülebilmekte ve İstanbul’un o harita gibi manzarası seyredilebilmektedir.

 

Ayrıca İstanbul’daki doğal unsurlara Belgrad Ormanı’nı örnek verebiliriz. Çatalca Yarımadası’nın en doğu ucunda, İstanbul ilinin Avrupa Yakası’nda yer alır. Bu ormanda kuş sesleri eşliğinde yürüyüş yapabilir, arkadaşlarınızı toplayıp huzurla piknik yapabilir, ormana giderken sahil yolunu tercih edip farklı eserleri görebilirsiniz.

 

Aynı zamanda İstanbul, coğrafi konumundan dolayı sanayi olarak da çok gelişmiş bir şehirdir. İstanbul’da son yıllarda yaşanan nüfus artışının temel sebebi de budur. Elektronik, cam ve makineler kentin başlıca sanayi özellikleri arasındadır.

 

İstanbul’un sanatsal özelliklerine gelelim. İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde sadece ünlü ressamların ünlü tablolarını görmekle kalmayıp sanatla ilgili kısa slaytlar da izleyebilirsiniz.

 

Özetleyecek olursak, Türkiye denince akla gelen şehirlerden biridir İstanbul. Gerek tarihi eserleri, doğal güzellikleri; gerek coğrafi konumu, gerek sanatsal özellikleriyle mutlaka gezip görülmesi gereken bir şehirdir.

26 Nisan 2023 Çarşamba

Sare ve Kardelen

 
İlkokuldan beri yanımda olan en yakın arkadaşlarıma...


Karla kaplı dağlarda, yaylalarda kar üstünü delerek çıkan bu çiçek, ne kadar da güzeldir. Zor şartlarda yetişen, dirençli ve bir o kadar da narin olan kardelendir bu çiçek. Bu kardelenin hikâyesini öğrendiğinizde çok şaşıracaksınız.
 
Bir zamanlar kumral saçlı, çok güzel bir kız vardı. Bir kış, evlerinden biraz ötede olan kardelen bahçesine gitmek istedi. Biraz kardelen toplayıp annesine hediye etmek istiyordu. Annesine gideceğini haber verdi ve hasır sepetini de alıp çıktı.
 
Bahçeye geldiğinde bir sürü bembeyaz kardelenlerle doluydu. Kardelenler renklerinden dolayı, etraflarındaki parlayan karla karışıyordu. Tam ortadaki kardeleni koparmak için elini uzatıp eğilince cılız bir ses duydu. “Lütfen beni koparma çünkü ben narin bir çiçeğim, eğer beni koparırsan canım acır ve ölürüm.”
 
Başını eğdiğinde kardelenin konuştuğunu farketti. “Seni koparmaya çalıştığım için özür dilerim, bunun canını yaktığını bilmiyordum,” dedi. “Arkadaş olmaya ne dersin?”
 
“İsmin ne?”
“Benim ismim Kardelen.”
“Benimki de Sare.”
“Tanıştığıma memnun oldum Sare.”
“Bahar geliyor, bahar mevsiminde de burada olacak mısın?”
“Elbette.”


Bahar geldi. Sare, kardelen bahçesine gitti. Ancak, kardelen bahçesinin ortasında tanıştığı kardelen yoktu. Sare hemen oraya koştu. Yaklaştığında, orada minik bir filiz olduğunu fark etti. “Yoksa biri kardeleni kopardı mı?”
 
Sonra, sepetindeki suyu filizin üstüne döktü. Tam 2 hafta boyunca her gün bahçeye gitti. Filiz günler geçtikçe daha da büyüyordu. Mart ayının sonlarına doğru umudu geri geldi. Filiz büyümüş ve bir kardelen olmuştu. “Kardelen?” dedi Sare mutlulukla.
 
Gene aynı cılız sesi duydu ama ses tonu biraz daha farklıydı. “Sare?” Sare mutlulukla kahkaha attı. “Annem senden bahsetmişti, seni çok seviyordu.”
 
“Yoksa annen soldu mu?”
“Bir tane çocuk geldi ve annemi kopardı. Neyse ki annem çoktan benim tohumlarımı toprağa bırakmıştı. Eğer sen beni sulamasaydın belki de hiç büyüyemeyecektim.”
 

Sare, Kardelen koparıldığı için çok üzgündü. Ama en azından yeni bir arkadaşı vardı.
 
“Peki senin ismini ben koyabilir miyim?”
“Tabii ki de!”
“O zaman senin ismin Nida olsun.”
Sare ve Nida, uzun yıllar boyunca arkadaş olarak kaldılar.

Başlangıç...

    Benim ismim Duru Aloğlu. Bir 5. sınıf öğrencisiyim. 2018'den beri kitap yazmaya ilgi duyuyorum ve kitap yazmak artık benim için bir hobi. Yazdığım kitapları çoğunlukla sadece akrabalarımla ve bazen de arkadaşlarımla paylaşıyordum. Bu blogu daha fazla kişiyle yazdığım kısa öyküleri, denemeleri, şiirleri ve daha fazlasını paylaşmak için açtım. Umarım yazdıklarımı okurken keyif alırsınız. Hepinize keyifli okumalar diliyorum!

Ateşin Varisi Kitabındaki Tüm Karakterler Hakkında Düşüncelerim!

     Kamu spotu: Karakterlere birazcık sövmüş olabilirim.     Aelin Ashryver Galathynius: Bu kitaptaki Aelin kusurluydu evet, büyüsünü kontr...